sevgili günlük,
sana daha önce de "durma"nın bana hiç ama hiç iyi gelmediğinden bahsetmiştim. sayıp da burayı kirletmek istemediğim bir sürü vırızırının ardından ve bu vırızırılar ile birlikte, birkaç gün durmak zorunda kaldım. durmak ne kelime. saplanmak, örselenmek, ve hatta travmatize olmak olarak da dramatize edebilirim. evet artık -ize etmek ve -ize olmak jargonumun pek muntazam içeriğini oluşturmakta.
neyse.
durmak bana iyi gelmedi. nefes daralmasına eşilk eden bilumum karın ağrısı, mide bulantısı ve dağılma hissi ile birlikte beynimde balonmuşluk ve az sonra patlayacakmışlık hissi. kaçmak istedim. uçmak istedim. unutmak istedim. en hareketlilerinden dizilere filan sarıldım. uçurumdan at beni in aşağı tut beni formunda basitlikler yaratıp gerzeklğimde boğulmak istedim filan. böyle zamanlarda beliren evreni ikiye ayıran bir koca duvar, duvarda bir minik kapı, kapının bir yanında ben adı altından toplanabilecek paramparça organlarım, her biri bambaşka yerlerde, ortalık kan revan, kapıda gelen bülbülden hallice irikıyım olması muhtemel tuhaf bir kuş sesiyle harmanlanmış zil sesi -ni duyar duymaz birdenbire biraraya gelen organlar ve bütünleşme hali. yalnızca birilerinin ve birşeylerin varlığı halinde bütün olabilme gibi tuhaf bir saplantım var, ya da ben öyle bir saplantının var olması düşüncesi sayesinde normal kalmaya çabalıyorum- diyalektiği bende yalnızca mide bulantısı ve kramplara neden oluyor.
zehirlendim sevgili günlük. durduğum zaman kendi kendimi zehirliyorum. sürekli koşmam bundan. bugün buraya abject'in en bok haliyle kusmam da bundan. bunları yazarken kusmuk ve bokun yerlerini değiştiriyorum. öncelikleri travmatizasyon dönemimle ilgili bilgi verebilir zira. kendisiyle bile saklambaç oynar mı insan. pöh. sikik numaralar. un-heim. tekinliğin en uç hali. o kadar tekin ki artık tekin değil. o denli tekinsiz ki artık huzurun kendisi bla bla bla.
eski sevgilimin bloguna baktım bugün. neredeyse 8 aydır bakmadığımı farkettim ve ondan onu 8 ay boyunca unutmuş olduğum için özür diledim. umarım dileğimi sezmiştir. ona yazdığım güzel bir nota rasladım. hakikaten aşık olunası biriymişim ulan dedim. şimdi ise kendime baktığımda sadece bir hırs yumağı görmekteyim. sürekli koşan bir hırs yumağı. sanırım artık öldüm ben sevgili günlük. artık bir miktar selülitim de var hem. ayrıca yeniden sivilcelerim çıkmaya başladı. sivilcelerimden nefret ediyorum. ama artık onları hiç yokmuşçasına saklayabilecek çok pahalı pudraları rahatlıkla alabildiğim için kendime karşı zafer kazanmış gibi hissediyorum. kimeyse bu kinim artık..
ne zaman bitecek sevgili günlük? annem daha vajinasından çıkmadan ağlamaya başladığımı söylüyor. hadi annemin dramati-zayon-u diyelim, peki bana "çok bağırdığım için" Füsun göbek adını koyduğunu söyleyen ebeme, çocukluğumu asla hatırlamak istemediklerini söyleyen mahalle sakinlerime ne diyeceksin! geçen bayramda adını bile bilmediğim bir teyze, "ay sen o hep bağıra bağıra ağlayan çocuk musun, sındırmıştın bizi kısa tatilimizde" demesi neden peki, denklemin arıza kişisi annem ise.. buna verecek bir cevabı ben henüz bulamadım, teoride aradım yıllarca bulamadım; birkaç yıldır aradığım pratikte de korkarım bulamayacak hep kendim gibi sembolik-özürlülere "sempatiyle" yaklaşacağım. geçen gün vücudumdaki sağ-sol orantısızlığının biyolojik açıklamasını yaptığımda, bana pek anlam veremediğini bildiğim biri(!) "haa, demek siz o yüzden böylesiniz!" dedi, ben "böyle ne" diye sorduğumda, verdiği yegane yanıt "böyle işte" idi.. neyse boka sarıyor bu metin de.
o beni yazmaya başlamadan yine, ben bırakıyorum metni; burada.
böyle.
Sunday, October 31, 2010
Sunday, May 9, 2010
günün kelimesi: quintessence
1. the purest and most concentrated essence of something
2. the most representative or pure example of a type: "My uncle Declan was the quintessence of a free spirit in my eyes, and I always aspired to live a similarly blazing, unrestrained lifestyle."
3. (as in medieval philosophy) the fifth and highest element after air, earth, fire, and water; was believed to be the substance composing latent things and heavenly bodies.
adjective form: quintessential
adverb form: quintessentially
Origin
Approximately 1435; borrowed from Middle French, 'quinte': essence; from Medieval Latin, 'Quinta essentia': fifth essence; concept traces to Aristotle, who spoke of a fifth element that permeated all things.
Related words using the Latin prefix 'quint(us)' (fifth): quintet, quintuplet, quintillionth
In Action:
"The mayor is also doing his best to gin up his decency panel to screen out offensive works of art, a concept reminiscent of Dallas's Motion Picture Classification Board, which for 27 years scoured newly released films for offensive content until the city got rid of it almost a decade ago. Eager-to-please urban attractions, like the Chelsea Piers, hustle to offer suburban pleasures like driving ranges. And there is Times Square, once the quintessence of urban sin, now a suburb of Orlando."
Peter Applebome. 'Those Little Town Blues, in Old New York?', The New York Times, April 29, 2001.
"It seems not to have been written. It is the quintessence of life. It is the basic truth."
Justin Brooks Atkinson (1894-1984). American journalist and drama critic. Writing of Tennessee Williams's 'Cat on a Hot Tin Roof', The New York Times, March 25th, 1955.
-----------------------------------------------------------------------------------
eğer bir bankada çalışıyor olsaydın, nasıl bir sen olurdun gibilerinden bir soru üzerine bir an donup kaldım. banka memuru olsaydım.. dedim ki normalleşiyorum, benden daha arıza olanları görmek bir nevi aidiyet hissi veriyor bana: bu dünyaya aitmişim demek ki ben de.. gibi. bir yandan da dedi normal olmak zorunda oluyorsun, affetmiyor anormal olabilme özgürlüğünü,, öyle, dedim ne kadar irdelesem dağıtsam da kendimi gece, büsbütün, nopnormal uyanmak zorundayım sabaha.. sonra kaçtım tabi. aldım çayımı ve yine kaçtım. bu konuları ne konuşmak ne de düşünmek iyi geliyor bana,, içimdeki woodmanı öldürmeye kurduğum bir saat bu yaşam dilimi..
bir anda intihar edebilirim gibi öte yandan. ne biliyim sanki bir gün intihar edecekmişim gibi hissediyorum bir süredir. bir anda. en iyi anda belki. bilemiyorum. içimde bir intihar tomurcuğu yeşeriyor, şu resim gibi olduğu anda yeni bir hayata daha açılacağım, belki :
Sunday, March 14, 2010
Peri Olmak Üzerine..
tesadüfen muhteşem bir fotoğraf silsilesi ile karşılaştım bir süre önce.. ardarda gördüğüm fotoğraflarda zihnimde oluşan yegane imge,ölüm-yaşam ikilemindeki "-" işaretiydi. Fotoğrafların sahibi Francesca Woodman. Kutsal 23 yaşında intihar etmiş fotoğrafın Sylvia Plath'i, imgeselme yenilseydim eğer olacağım kadınlardan bir tanesi.. bir süre önce rafa kaldırdığım beden ve psikoz projesine dahil ediyorum onu zihin kütüphanemde.. beni sorarsan eğer, iyiyim. iyi ve yorgun. öyle ya da böyle yorulmak iyi geliyor bana. kendimi ancak böylelikle bütün tutabiliyorum.. yıllar önce sana bir öykü anlatmıştım bir beniskelet'e dair. bu beniskelet yalnız kaldığında her kemiği, her parçası dağılıyor, içinde bulunduğu kapta buhar-laşan bir hiçliğe dönüşüyor; ne zamanki bir (ben)' olan başka/autre/other girdiğinde denkleme ancak o zaman yeniden katı'laşabiliyor, ve ancak "katı" olduğunda var olabiliyordu.. katı olmanın türlü isimleri vardı mesela: merhametsiz, acımasız, umursamaz, sadist vb. her ne ve kim ise bu katılık yegane eşliği var'lık oluyor ve olacaktı.. bugün, o katılığı sürükleyerek getirdiğimde evime, kendimi can havliyle uykuya atıyor ve sabah bıraktığım katılıkta uyanıyorum. dağılmadan var kalabilmek, başka denkleme girene dek parçalarımın nerede olduğunun derin sorgusunda devinmeden var durabilmek o kadar güzel ki.. YouTube Linki:
http://www.youtube.com/watch?v=5i-b5OKL_Fw&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=5i-b5OKL_Fw&feature=related
Subscribe to:
Posts (Atom)