Monday, July 30, 2012
Sunday, July 29, 2012
EdgarAllanPoe, Kuzgun

KUZGUN
Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
Başka kim gelir bu zaman?"
Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın istedim şafak çaresini arayarak
Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,
Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,
Adı artık anılmayan.
İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
Başka kim olur bu zaman?"
Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
Kapıyı açtığım zaman.
Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan,
Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
Yalnız bu sözdü duyulan.
Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
İrkilip dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
Başkası değil rüzgârdan..."
Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
Kaldı orda oynamadan.
Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"Gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
Adı "Hiçbir zaman" olan.
Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu, sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"Anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
Hiç -ama hiç- hiçbir zaman."
Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
Çatlak çatlak: "Hiçbir zaman."
Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
Değmeyecek hiçbir zaman!
Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"Aptal," dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
"Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
"Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak - hiçbir zaman!
Edgar Allan POE
Çeviri : Ülkü TAMER
Saturday, July 28, 2012
ArthurRimbaud, Sarhoş Gemi

SARHOŞ GEMİ
Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.
Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.
Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde.
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.
Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.
Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.
O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.
Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.
Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.
Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.
Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.
Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni;
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.
Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.
Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.
Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer,
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.
Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.
Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.
Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.
İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.
Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik meduzaları.
Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.
Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.
Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.
Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.
Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.
Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.
Arthur RIMBAUD
Çeviri: Sabahattin EYUBOĞLU
if i only could..

by alessandra patova, night time
this photograph reminded me a scene from a nightmare from the last period of my therapy.. in the night, up to one hill i did not know how i've reached there, waiting for a car, bus or sth else to bring me back. I was frightened, even trembling; yet the sole thing in my mind was to be on time for my therapy.. still can not interpret..
huzur
huzur bazen çok uzaklardan varlığını sezdiriyor bana.. bir an varmış gibi nefesini duyuyorum.. ardından yok oluyor hiç var olmamışçasına,, ve hayal mi gerçek mi soruları arasında kendi yitişimi izliyorum..
son yazımı 20 temmuz 2009'da yazmışım buraya. bugün artık 29 temmuz 2012. neredeyse 3 yıl geçmiş.. benden ne kadar çok şey yitip gitmiş..
facebook hesabımı kapattım, fakat bitimsiz bir yazma isteği duyuyorum,, ben de bundan sebep bloga dönmeye karar verdim, yoksa öyle ilahi bir ilham doğmadı içime :)
olafur arnalds çalıyor, lightlands'de..
ne söyliyim.. hiç susmamacasına konuşabilirim ve hayat boyu hiç konuşmamış gibi susabilirim..
hayatı zorlaştırıyorum. hayatı düpedüz zor yaşıyorum. zor bir çocukluk yaşadığımdan mı,çocukluk yaşamadığımdan mı, zeki olmamamdan mı.. hiç bilmiyorum..
hayat daha kolay olabilir miydi benim için? ne biliyim anı biriktirmek yerine geçmişi ve şimdiyi durmaksızın silerek, sanki kovalayan varmış gibi geleceğe koşabilir miydim? insanları ince ince dokuyarak, ince ince anlamaya çalışarak, içime en içime işlemelerine izin vermek yerine şöyle bir dokunup geçebilir miydim? kitap yerine yaşamak biriktirebilir miydim? beni her seferinde daha primitif bir narsisizme iten bilumum -an'lar ile mastürbasyon yapmak yerine senelerce daha fazla sex yapabilir, 1 değil 2 olmayı öğrenebilir; 2de var olabilmeyi kendime öğretebilir miydim? bilmiyorum. gerçekten. fikrim bile yok.
aylar evvel olsa belki hınç ile, öfke ile dolu olurdum. herkese ve her şeye lanet okurdum. belki şu anda da lanet okuyorum. cancağzım kitaplarıma çünkü kendimi ileride hiç affetmeyeceğim bir şekilde çok ama çok kötü davrandım şu taşınma hengamesinde. yok, analiz etmeye çalışmayacağım kendimi. üzgünüm. yok. üzgün değilim aslında. hınç ile doluyum. yok. hınçla dolu da değilim aslında. yine olsa, yine böyle yaşardım. yine bunları yapardım. belki bir iki istisna dışında. yine de ben bu'yum dediğim bir noktadayım. yine de keşke demiyorum.
ve bence ben hakikaten çok güzelim. çok ama çok güzelim. ne güzelim ki asla pes etmedim. ne güzelim ki akan her damla terim emeğimin eseri. çok çabaladım. muhakkak karşılığını alacağım bunun. peygamber yapmasa da beni onurlandıracak tanrı. bilirim sever beni tanrı; korur ve kollar. çaktırmasa da çoğu zaman, yanımdadır her zaman.
ve bence güzel insanlarla karşılaştım. çok şey öğrendim, çok hikaye gördüm. çok acıya tanıklık ettim. çok derin tutkular gördüm. çok yüzey yaşamlar da gördüm. insanın ne kadar geniş bir zeminde nasıl da kayabileceğini gördüm. bir cambaz misali inceden bir köprüden yürüdüm. bir cambaz misali ipince köprülerde tükenen yaşamlar da gördüm. bu 3 yıl. koskoca 3 yıl, kıpkısa bir 3 yıl. şimdi durup dinlenme zamanı. şimdi kendimi tüm diğerleri ile kucaklama zamanı..
son yazımı 20 temmuz 2009'da yazmışım buraya. bugün artık 29 temmuz 2012. neredeyse 3 yıl geçmiş.. benden ne kadar çok şey yitip gitmiş..
facebook hesabımı kapattım, fakat bitimsiz bir yazma isteği duyuyorum,, ben de bundan sebep bloga dönmeye karar verdim, yoksa öyle ilahi bir ilham doğmadı içime :)
olafur arnalds çalıyor, lightlands'de..
ne söyliyim.. hiç susmamacasına konuşabilirim ve hayat boyu hiç konuşmamış gibi susabilirim..
hayatı zorlaştırıyorum. hayatı düpedüz zor yaşıyorum. zor bir çocukluk yaşadığımdan mı,çocukluk yaşamadığımdan mı, zeki olmamamdan mı.. hiç bilmiyorum..
hayat daha kolay olabilir miydi benim için? ne biliyim anı biriktirmek yerine geçmişi ve şimdiyi durmaksızın silerek, sanki kovalayan varmış gibi geleceğe koşabilir miydim? insanları ince ince dokuyarak, ince ince anlamaya çalışarak, içime en içime işlemelerine izin vermek yerine şöyle bir dokunup geçebilir miydim? kitap yerine yaşamak biriktirebilir miydim? beni her seferinde daha primitif bir narsisizme iten bilumum -an'lar ile mastürbasyon yapmak yerine senelerce daha fazla sex yapabilir, 1 değil 2 olmayı öğrenebilir; 2de var olabilmeyi kendime öğretebilir miydim? bilmiyorum. gerçekten. fikrim bile yok.
aylar evvel olsa belki hınç ile, öfke ile dolu olurdum. herkese ve her şeye lanet okurdum. belki şu anda da lanet okuyorum. cancağzım kitaplarıma çünkü kendimi ileride hiç affetmeyeceğim bir şekilde çok ama çok kötü davrandım şu taşınma hengamesinde. yok, analiz etmeye çalışmayacağım kendimi. üzgünüm. yok. üzgün değilim aslında. hınç ile doluyum. yok. hınçla dolu da değilim aslında. yine olsa, yine böyle yaşardım. yine bunları yapardım. belki bir iki istisna dışında. yine de ben bu'yum dediğim bir noktadayım. yine de keşke demiyorum.
ve bence ben hakikaten çok güzelim. çok ama çok güzelim. ne güzelim ki asla pes etmedim. ne güzelim ki akan her damla terim emeğimin eseri. çok çabaladım. muhakkak karşılığını alacağım bunun. peygamber yapmasa da beni onurlandıracak tanrı. bilirim sever beni tanrı; korur ve kollar. çaktırmasa da çoğu zaman, yanımdadır her zaman.
ve bence güzel insanlarla karşılaştım. çok şey öğrendim, çok hikaye gördüm. çok acıya tanıklık ettim. çok derin tutkular gördüm. çok yüzey yaşamlar da gördüm. insanın ne kadar geniş bir zeminde nasıl da kayabileceğini gördüm. bir cambaz misali inceden bir köprüden yürüdüm. bir cambaz misali ipince köprülerde tükenen yaşamlar da gördüm. bu 3 yıl. koskoca 3 yıl, kıpkısa bir 3 yıl. şimdi durup dinlenme zamanı. şimdi kendimi tüm diğerleri ile kucaklama zamanı..
Subscribe to:
Posts (Atom)