Tuesday, December 23, 2008

kırmızı eldiven

elimizde birkaç materyal var:
40 K
* yağmurlu havada pencereden dışarı bakıyor, içinde bir şeyler olacak hissi var.
* kırmızı kadife eldiven, yeşil uzun elbise
* kapı çalıyor, kimse gelmiyor
* acı fren sesi->bir araba yalvaran gözleri olan zavallı küçük bir kediyi altına alıyor.
* suçluluk duyuyorum.

---------------------------
rüyanın tek başına bana hissettirdikleri:
(kedi ve kadife aynı yumuşaklığa sahip,, dışardaki kedi aslında benimm)
*sıkıntı hali öncelikle. sorumluluk : "içimde bir şeyler olacak hissi var",, belki de cevabını bildiği bir sorunun dile gelecek olması sözkonusu.
*kırmızı ve yeşil yanyana verilmiş zıt renkler olmalarına rağmen. burada ambivalence dikkat çekiyor. kırmızı, özellikle kadife kırmızı şehvete gönderme yapıyor, yeşil ise daha muhafazakar, dinsel duyguların bir göstereni gibi. şehvet, cinsellik, erotizm, gibi "kırmızı" hisler yeşilin dingin, sükunetli, dinsel doğasıyla çakışıyor olabilir. elbisesi yeşil, elleri kırmızı. eller bir anlamda kişinin kendini ele veren kimlik kartı gibidir, ele estetik yapılamaz mesela, yaşı, yaşananları, karakteri ele verir. fakat elbise daha çok giydirilendir, simgeselde yer edinebilmek için olması gereken'dir. bu anlamda kişinin id ve süperegosu arasında bir çatışma olduğunu söyleyebiliriz. bir şeyler olacak hissi de id'den kaynaklanan olayların doğurduğu "suçluluk" hissi. acaba kediyi gerçekten o mu öldürdü?
* kapı çalınıyor ama kimse gelmiyor,, acaba kırmızı eldivenlerine rağmen onunla kimse ilgilenmiyor olabilir mi?.. fakat küçük zavallı kedi şehvet zincirini kırıyor.
* araba kediyi "altına alıyor",, cinsel bir gönderme sözkonusu gibi. genç bir kızın tacizine tanık mı oldu, fakat bu tanıklık yeşili açıklamaya yetmiyor.
----------
çağrışım ertesi yorum:

kızkardeşinin bir sürü kedisi vardır ve çocuğu olmamaktadır, analizanın aksine. ve analizan en son kürtajını bir ay önce olmuştur. yere kazına kedi/bebek için birşey yap-a-mamış olmanın "suçluluk" duygusu,,

kedi ve kızkardeşi arasındaki bağ, çağrışımda sunulur.

Thursday, December 18, 2008

ıssız

satır arası notu: uzunca bir süre sevgililerden lafladıktan sonra bütün erkekler ıssız, senin sevgilin de ıssız mı yeşim diye sordu arkadaşım, baktım öylece, nasıl ıssız olunur dedim, anlattı şöyle şöyle diye, hımm sanırım ıssız olan benim dedim. ayy nefret ederim ıssızlardan dedi. güldük. yoksa biz salak mıyız! ben gerçekten ıssız mıyım, v. neden ıssız değil, ıssız değilsek nasıl birlikte olabiliriz, ıssızlık kalabalık mıdır, insan kalabalıkta ıssız kalmalı ıdır, ıssız adaya gitsem yanıma kaç volkan alırım, volkan beni alır çünkü zaten ben her şeyi alırım kalabalık laflarının gürültüsünde ıssızlaşır mıyız, ıssız ısı olmayan demekse ıs ne demektir, tanrım beni beni durdursun,, kafam bu ıssızlık sorununa takıldı, zaten her yer anlamazdın anlamazdın deyip duruyor. ne salak milletimiz var ya bir film izlediler hepsi plak manyağı oldu, bir de şu ıssızlık mevzusu var tabi, en kısa zamanda kadınlar marstan erkekler venüsten mealinde bir "performans" bekliyorum sinemacılarımızdan. anlamazdın anlamazdıınn..

rene magritte/ the lovers

Love

çarşamba, masumiyet vesaire

derya bugün günlerden ne diye sordu, çarşamba dedim. yok canım perşembe bugün diye yanıtladı, yok canım daha dün geldim ya evden dedim, bir bakış attı, kendimi eksik bir şeyi bulmak zorunda hissettim, haa evet dedim dün vardı ve adı çarşambaydı..

üzerinde liv tyler olduğu için sevgilinin aldığı (tabi bana işte yönetmeni şöyle böyle diye bıkbıkladığı) the strangers adında, liv tyler da maşallah nasıl bir dümdüz, kıvrımsız bele sahipmiş hıh modunda, ama saçmasapan varlığı, anlamlı olmaktan dahi yoksun anlamsızlığıyla hayatımda izlediğim en ama en gereksiz filmin ardından, ikimiz de hemfikir, bakalım ulan dedik bir türk filmi bile bundan kötü olamaz ki!

masumiyet'in ilk sahnesi süperdi, süper süper. a short film abouth death'ten esinlenilmiş bir karanlık ve beni kalbimden vuran, ki her zamanki gibi vuruluşumun ardından notumu verdim ben: 10, kapının sembolleşmesi. adam diyor beni dışarı salıvermeyin, ben seviyorum içeriyi, devlet diyor yok çıkacaksın. aynı anda kapıyı kapamaya çalışıyor memur, o çalıştıkça açılıp duruyor kapı. aynı kapı metaforu filmin ortasında çıkıyor karşımıza. uğur'dan uzaklaşmak istese de bunu yapamayan kahramanımız, odadan çıkmak istiyor ama kapı sıkışıyor ve birkaç kez zorlamak durumunda kalıyor. çok çok güçlü bir tasvirdi. tamam dedim işte budur.

filmin sonunu başa bağlamasını sevgili çok sevdi, evet bence de hoş bir ayrıntı ama bu hoş ayrıntı bence filmi zayıflattı. yani keşke benim arkadaşım öle böyle die anlatsaydı da başında ya da ortasında filmin, sonunda zagor o çıktığında benim için "anlamlı" olsaydı. bu halde tanımadığım bir adamın iki karakterin de tanışı olan bir "imge" olması beni etkilemedi açıkçası. aceleye geliş diyebilirim bu bağlamda. çok zekice bir hamle fakat içini doldursaydı keşke.

haluk bilginer, zaten ses tonundan tavrına kadar türk sinemasının al pacino'sudur bence, muhteşem bir karakteri canlandırıyordu. bir tirat bu kadar mı çekirdeği olur filmin. yusufun özdeşleşmesi bekirle, giymesi siyah takım elbiseyi, alması eline tesbihi, bekirin masasına oturması tavernada, uğurun tiradı, sik ulan sik feryadı, anlamsızlığın en dibinde herkesin kendi anlaını en tam anlamıyla yaşadığını göstermesi, küçük kızın adının çilem olması, gerçekten bir çile gibi yaşanması.. ovf ovf ben bu film üzerine yazmalıyım. müthi, müthiş. türkiyenin en iyi fili seçtim masumiyeti.

sonra işte ben de mutuluk ilacından aldım. her zamanki gibi sevgili mızmızlandı, yarabbim bu herifin yaşlılığını düşünebiliyor musun, nasıl da baktırır kendine şerefsiz. diyorum tamam bende de var yan etkisi, ama yokmuş o daha çok içiyormuş, daha çoktur içiyormuş,, her zamanki gibi onunki daha büyükmüş yani, filan. mutluluk ilacı beni pek mutlu etmedi, beynimin bir yeri ile olan bağlantıyı kesti sanki, bir yerde boşluk var, bunu yaptı bana ve ben beynimi ele geçirebileceği için ona kızdım, şu an kendi beynimi hiçbir şeyin hükümranlığına teslim etmemek üzere kendimle devinmekteyim.. ben bir daha bundan içmem zira bilinçli düşünceme ket vurulması gerçekten acayip sinirlerimi bozuyor. ömrümde sarhoş olmamış bir insanım ben, kendimi boktan bir mutluluk hapına mı vereceğim..

elbette böylesine sapkın bir düzlemde, saplantılı düşüncelerle hareket ediyor deilim. hatta bunları yazmadan önce düşünmedim bile. yazarken de düşünmedim hatta. sadece öyle yazdım. yazının düşüncesi benim düşümcemden ayrılıyor çoğu zaman. kendimi uzun zaman önce hiç olmadığım, ruhumda en ufak bir benzerlik taşımadığım insanların hüzünlü hikayelerini yazarken bulurdum önceleri. sanki ben gerçekten o olaylar yaşamış gibi de hissederdim hatta, kısa bir süre. başka bir öykü yazana dek. yazarların kitap bittiğinde dönüp okumamaları bu yüzden belki. gerçekten yazarken bambaşka bir el alıyor içinizdekileri, dışardakiyle anlamsız rüyavari bir karışım yapıp döküyor harflere. ah harfler, ne kadar çok seviyorum sizleri! her şeyin öncesi ve ötesinde harflerin kendilerine özgü bir estetikleri var, bir kendilerine özgülükleri, tuhları.. çok seviyorum harfleri çok..

(amanıınn mutluluk ilacı etkimeye mi başladı ne! normal durumda benim her yazı gibi bu yazıı da bir çeşit nefretle bitirmem gerekirdi!:)

Thursday, December 11, 2008

danfacing with the self


evet. ve 23 :)

evet, boktan bir seneydi. boktan seneler sanki evrenin hiçbir yerine dağılmamışlar da sırf benden ihanet (!) almak için bir kenarda sinsice birikmişler gibi birdenbire bir bok yağmuruna tutuldum.

azar azar yağan, handiyse romantik diyeceğim bir iğrençlik yağmuru.

yok, bugün kuskular dizmeyeceğim ne kendime, ne taptıklarıma, ne de göz topuğumla ezdiklerime,, şu anda lisedeki o boktan konserden beri hiç ama hiç dinlemediğim, mümkünse müzikçaları kapattığım düş sokağı sakinleri'nin o zamanlar bağır çağır söylediğim hoşçakalı çalarken binlerce şarkımın arasından,, şunu hissediyor ve unutmamak adına buraya iliştiriyorum:

ben 23 yıl sonra, uğurlu doğum günümle aynı yaşta, her şey berbatken, bol yollu gidimsiz bir kavşağın tam ortasındayken, ve yolsuz yönsüzlüğümü başkalarına fosforlu sarı üniforması ve susturmadığı düdüğü ile kendini parçalarcasına yol gösteren trafik polisi misali yol gösterme çabasıyla örtmeye, örterek yok etmeye çalışırken,, yolumu yol olmakla bulacağım gibi basit bir diyalektikte tanımlarken kendimi,, bir uğurla tanıştım! her zamanki yolunu ve hatta tek yolunu benimleyken şaşıran, kendisinde zaten olanı benimle kaybeden ki bende olmayanı ona vermeme -ki Simurg'a toplasan 1 kere gitmiştim ömrümde, neden olan bir adamla..

bu herif, duvardan duvara çarpmak geçse de onu -çoğu- zaman içimden, hayatımda olduğu için sonsuz mutluğum. ve şanslı. ve 23 :)

this blog is

Tuesday, December 9, 2008

Var mıyım, Yok mu?!

hım hım hım..

metroya bineli ortalama 20 dakika olmuştu ve berbat barbaros trafiğine takılmadan kabataş'a ulaşmak niyetindeydi nevra. fünikülerden indiği anda kendini 1274 derken buldu. neden diye kendine sorduğu an, öncesinde 1273, onun da öncesinde 1272 dediğini ve bu sayma işlemine levent metroya yürümeye başladığı anda başladığını dehşetle fark etti. daha önce de çok sevdiği renkleri, otobüs camından dışarı bakarken, kafede insanları izlerken, içinden tek tek sayarken bulduğu olurdu kendini ama ilk kez saymaya da başladığını fark etmişti.


hayır. elleri kurumuş değildi. çerçevelerin yerini değiştirmez, sürekli yıkanmazdı. en azından henüz değil.


nevra'nın, uzun yıllar evli kaldığı eşi kısa süre önce vefat etmişti. hiç çocukları olmamıştı. ne adamın ne de nevra'nın fiziksel ya da psikolojik bağlamda var denilebilecek aileleri yoktu. nevra'nın gözleri yaşlı söylediği gibi, "şu koca hayatta bir tek ikisi vardı". ve elbette bu garip huylar eşinin ölümünün ardından danışmaya gerek duyacağı bir boyuta ulaşmıştı.


**********

buraya kadar yapılabilecek yegane yorum nevra'nın eşinin vefatından sonra iki boyutta dehşete düştüğü, ve durumun kaygıyı, dolayısıyla semptomları arttırmasıdır. ilk boyut, nevra'nın "şu koca hayatta" yapayalnız kalması, diğeri ise çok sevdiği adamın ölmesi.


nevra ölmekten korkmaktadır. evet, mutlaka. ölmek, eşi kadar yakınındadır. yıllarca aynı yastığa baş koyduktan sonra bir gün, çekip alıverir.. filan. fakat, biraz daha yakından bakalım.


nevra kabataş'a bir iş görüşmesi için gitmektedir. eşinin ölümünün ardından hayata yeniden tutunmak adına adımlar atmaya çabalamaktadır. fakat, kendini hiç bir zaman eşinden bağımsız bir kimlik, bir benlik larak hissetmemiş nevra için, tek başına iş görüşmesine gitmek milyonlarca olasılığı yan yana getirir,, ki o sınırsızlık içinde kaybolmakta, hata yapmaktan korkmakta, var oluşuna aşkla bağlanırken yok olmaktan nefretle kaçınmaktadır. Lacancı deyişle küçük ölüm'ü arzulamaktadır nevra


ölmekten korkarak başladığı tutunma eyleminde ölmemeyi arzulamaktadır. zira kaygı durumunda, Gerçek ile karşılaşır, nedeninin ne olduğunu bilemediği ama kesinlikle varlığını hissettiği kaygı zihnini kuşatır. tüm olasılıklar zihninde bir karadelik oluşturur, anlamı yutan ve anlamsızlığın kendisi olan bir karadelik. bir şeylere tututnmaya çalışır nevra, çok iyi bildiği bir düzene. sayılara.


nevra'nın varlığından kesinlikle emin olduğu bu saylar düzeni, ya da geniş bağlamda dil, nevra'yı asla dışarıda bırakmayacaktır


Monday, December 1, 2008

ghosts in a time of dream


ghost

Leydi g ve Bayan Canterville uzun yıllardır aynı şatoda huzurla yaşamaktalar. yukarıdaki resim de leydi g'nin objektifinden çekilmiş bayan canterville'a ait. tanışmaları leydi g'nin yerini değiştirdiği koltuğa, bayan canterville'ın ayağı takılarak düşmesi sebebiyle kopan gümbürtü neticesinde gerçekleşti. leydi g saydamlıktan hoşlanır, bu yüzden canterville onun için muhteşem bir dosta dönüştü zamanla. fakat canterville'ın değişikliklere kolay uyum sağlayamayan bir yapısı var, libidosunun handiyse öldüğü ana takıldığını düşünüyor leydi g. işte bu resim de canterville'ın eskiden piyanosunun olduğu yerde bulunan masada dile getirdiği notalarla yaşam bulduğu yegane anlardan birine ait.

I hate my body serisi

sleep. a wish for death.
is
also, a wish to wake the body up.
I am here. with relation to my body, with relation to the external reality. far from my real.
far from chaos. possible only by facing with symbolic. with the Other in which I am an.


aestetics. the meaning of life? -forgetting.





I hate my body serisi