Tuesday, March 31, 2009
sevgili günlük mahiyetinde kimbilir binkaç
bir sapkının not defterinden kabilindeki abuk blog yazılarımdan bugün yeniden sıkıldım. kendimden sıkıldım. kendime yeni arınma ayinleri yaratmaya çalışıyorum her gün, hala deniyorum. kirlenerek arınamıyorum, daha fazla kirlenerek de. ruhumu ait olduğu derenin, ait olmadığı kıyısında bir aşağı bir yukarı gezdiriyorum, manzara arıtır beni sanıyorum, midem bulanıyor. belki biraz daha salınsam gel-git kıyılarımda mide bulantım devasa bir kusmuk haline bürünür ve akacak liman bulamadan taşar ruhumdan diyorum fakat beden bulantım beynime, ruhuma sızıyor bu defa. amına koduğumun kendisi deyip blog başına geçiyorum sonra ya da v.nin benimle uğraşacak sabrı olduğu zamanını yakalayıp kusuyorum da kusuyorum..
bazen kendimi çok sağlam duyumsuyorum. çok pis basıyor ayaklarım yere, o biçim! kendime bakıyorum amanınnn maşşallah maşallah nasıl da taşırmış kendini sırtında diyorum: kendimi sırtımda bir kambur halinde görüyorum o anda. senin menapozluğunun da, boşluğunun da, azlığının da tepesine sıçayım diyorum,, hah, işte ben bu aralar ancak küfrederek arınıyorum..
Tuesday, March 24, 2009
kararlar kararlar..
v. bana bu salak şeyleri en azından şimdi okuma, zekanla idare edebilrsin yeter süre dediğinden beri, en azından compulsory biçimde bilişsel terapi okuma mazohismimden vazgeçmiş görünmekteyim, kendime, şimdilik. ve hatta bugün yapının dışına çıktığım için biraz şaşkınlığa sebebiyet verdiysem de, böyle daha iyi oldu, iyi. ve güzel birşey de oldu bugün.
şöyle ki, sıçtığımın lacan'ının bir boka yaradığı bir vak'a ile karşılaştım. tüm söylem biçimi, tüm "gaze" hali ve tüm mevcudiyeti ile lacancı bir vaka karşımdaki.
seminerlerinden birinde şöyle sorar: "güvenebilecek hiçbir şeyi olmayan psikotik, neye tutunur?" Cevabı da her zamanki çokbilmiş haliyle gelir: "elbette sözcüklere!"
şöyle ki, sıçtığımın lacan'ının bir boka yaradığı bir vak'a ile karşılaştım. tüm söylem biçimi, tüm "gaze" hali ve tüm mevcudiyeti ile lacancı bir vaka karşımdaki.
seminerlerinden birinde şöyle sorar: "güvenebilecek hiçbir şeyi olmayan psikotik, neye tutunur?" Cevabı da her zamanki çokbilmiş haliyle gelir: "elbette sözcüklere!"
Monday, March 23, 2009
joe
murathan mungan'ın 1999'da çıkardığı yüzyıla veda gibilerinden çok hoş bir şiir kitabı vardır, bolca şiir okuduğum, ezberlediğim zamanlardan, altını mor kalemlerle çiziktirdiğim, beğenmediğim yerlerin üzerini çizip yeniden karaladığım.. orda çok çok sevdiğim "çık saklandığın yerden joe, yoruldum azaldım beklemekten" gibilerinden de mısraların olduğu bir şiir vardır, bugün trafikte 'gıdım gıdım' ilerlemeye çalışırken aklıma düştü yeniden,, "ah be joe" dedim, "sen geldin seneler sonra ama ben yoruldum artık tükenmekten"..
oysa içimde rengarenk, kocaman bir deniz topu var benim,, zıplayan, yuvarlanan, ışıldayan güneşin sarısında deniz mavisine boyanan..
en nihayetinde joe geç geldi,, yani ben tam da joe'yu godot sanmaya başladığım zaman. belki de bu yüzden kendimi niye geldin ki godot, pardon joe derken buluyorum kendimi kimi zaman. artık ne dizi dizi roman taslaklarım var, ne ben diye sıra sıra dizeceğim kitaplarım, ne uzun edebiyat-felsefe sohbetlerinde orataya serebilecek birikimim, ne de ben olmaya direnebilecek halim.. gün aşırı gidip kendime gömlek alıyorum, şaka gibi değil mi!!!
Sunday, March 22, 2009
güzel bir pazar gününün ardından..
elimde devasa bir havuçla yazmaktayım bu satırları. az önce iki kaşık bal eşliğinde bir avuç ceviz de yediğimi kendime göstermek isterim ayrıca ve ayrıyetten..
bugün 12 saat aralıksız uyuduğum gecenin ardından müthiş bir dinçlikle saat 9da uyandım. her ne kadar kimi aksaklıklar nedeniyle 11de başlayabildiysem de güne, son zamanlarda geçirdiğim en güzel günlerden birini yaşadım. denize indik bugün ve ben bir kez daha bulutlu havanın aynası lacivert deniz kıyısında yudumlarken tavşan kanı çayımı,, deniz görmeden yaşayamadığım kanaatine vardım :)
hayatımdaki tüm önemli insanlar denize benzetirler/di/ beni, bugün de kendi kendime bunun doğru bir tespit olduğu sonucuna vardım. içinde denizi taşıyan denizden olma, denizden doğma bir insanım ben, tıpkı saçılmış köküm dolayısıyla 'yansıyan köksüzlüğümden' ayrı yaşayamadığım gibi denizden ayrı da kalamıyorum; boşluk kaplıyor ruhumu, ışıksız, sessiz, kapkaranlık bir boşluk..
11-12 yaşlarımda delicesine bilim ve teknik okur, evin çatısında sabahlar, astronot olmayı düşlerken, bir gün küçük bir sütunda uzayda bazı NASA atıklarının "yüzdüğünü" okumuş, birkaç gün sonra da yüzümü aksi yöne çevirmediğim gökyüzünde bir atığın yeryüzüne doğru "sarktığı" (halüsinasyonunu) görmüştüm. halüsinasyon, çünkü gördüğümden çok emin olsam da böyle bir durumun olasılığına pek pay vermek istemiyorum.
**şimdi okuduğumda tekrar eklemek isterim o atığı gökyüzünde uzun süre sarkar gördüğümde hissettiğim dehşeti. bir taraftan eğer düşerse hayatım boyunca belki de göremeyeceğimi bildiğim bir uzay-maddesini görecek olmamın heyecanı, uzayın hava-sızlığı-nı taşıması, ve onu saklı köşeme götürüp saklama planlarımın neşeli, coşkulu, meraklı telaşı,, bir taraftan her an kafama bir şeyin, hiç beklemediğim, en sevdiğim, en güvendiğim yerden gelebilecek olması korkusu.. bir taraftan en sevdiğim uzaya insanların pisliklerini bırakmalarından duyduğum kızgınlık.. uzun süre çıkmamıştı o sahneler aklımdan..
neyse işte, o haberden beri, kendimi bazen apollon içinde "yüzen" neil armstrong misali, uzay karanlığında "yüzen" NASA atığı gibi hisseder, gözlerimi kapadığımda haberi okuduğum zaman hayal ettiğim sahneyi görürüm; parlak bir siyah uzay, parlak bir mavi-yeşil dünya, parlak sarılı kırmızılı çelik grili beyazlı atıklar..
bugün güzel bir gündü, çünkü tomtom'da kahve de içtim, düşündüm, kustum, üşüdüm, terledim, (v. sürekli öksürdü nargileden): duydum, (lacivertti hava) : gördüm, (gün geçtikçe psikoza daha çok yaklaşan bir güzel genç kızı, bilinçsizce, yaratıcı bir faaliyeti dolayısıyla sevgiyle, hayranlıkla öptüm. beklemediği yakınlıktan ürkmesiyle hissettim ki) : dokundum. o anda yaşlar boşalacaktıysa da gözümden, kendimi tuttum!
dünyadan kopuşlarım çok sert, çok ivmesiz oluyor. korkuyorum. belki de bundandır kendimi tüm duyargalarımla, tüm ruhumla, tüm vücudumla "vantuzlamaya" çalışmam hayata!
** "vantuzlamak" kelimesinden işbu kişinin kendini örümcek gibi deneyimlediği, dolayısıylan derin bir yabancılaşmadan dem vurduğu gibi kimi aşırı-yorumlarda da bulunabiliriz, elbette.
Friday, March 20, 2009
gölgesizim..
****40 saattir silip yazıp içinde olduğum hali ifade etmeye çalışıyorum,,
yazmadıkça ruhu mu azalıyor insanın ne!?
yazmadıkça ruhu mu azalıyor insanın ne!?
Thursday, March 12, 2009
Tuesday, March 10, 2009
ve boncuk öldü...
dünden beridir tarifsiz bir yas halindeyim. hava berbat. ve her hava kötü olduğunda tüm servislerde olduğu gibi benim servisimde de hastalar "azmış" durumdalar. zaten yastayım diyorum, çekilip başımdan gitsinler de istiyorum utanmadan, ama tavrımı korumayı da sürdürüyorum. en azından sürdürdüğümü sanıyorum.
boncuk'un ölüm haberini annesi verdi. "sizi çok çok severdi, bilmenizi istedim" dedi cenazenin getirileceğini söyledikten sonra. boğazıma takıldı bir şey. konuşuyor annesi, ağlıyor ya da. kurtuldu dedi. bitti artık dedi. ben susuyorum. nutkum tutuldu. birşeyler söylüyor ama.. dizlerim titriyor. duymuyorum. yanımda hemşireler. zayıflığımdan ötürü benden nefret eden bir anoreksik. durdum öylece. selma teyzeeee böhüüüüüüüü demek gelirken içimden, sustum. başınız sağolsun, teyzecim diyebildim sadece, zor.
bugün ayhan bey çok yakışıklı bir adamdı dedi, çok zekiydi diye cevapladım ben. ona ne şüphe dedi de başladık ismini neşeyle, zekayla, incelik ve zerafetle anmaya. çok hoş bir adamdı ruhu şadolsun dedik. annesi görüşmemizin ardından çiziktirmeye başladığı yazılarını bana getirecekmiş uygun bir zamanda.
kötüsü ne biliyor musun? gideceğim diye tutturmuş, izin vermiyormuş annesi. git dedim ben ama sapasağlam gel, pazartesi bekliyorum. kaza pazar gecesi olmuş, yola çıkmasından hemen önce...
ölmemiş gibime geliyor. dün, bugün pencerede bitiverip beni yine korkutacağını bekliyorum. ne salaklık. insan ölümün fikrine dahi direniyor..
Subscribe to:
Posts (Atom)