
psikanaliz. nam-ı diğer ruh-çözümleme.
karmaşık sorunlar sözkonusu olduğunda, en basit sorudan başlamamız her zaman yararımıza olacaktır. psikanalizin ne olduğundan başlayalım biz de. freudçu jargonla konuşursak, psikanaliz bilinç, önbilinç ve bilinçdışı topografisinde, id-ego-süperego denkleminde konumlanmış öznenin yapılanışını çözümleyen bir ilim, tabiri caiz ise ruh ilmidir.
bu noktada freud'un esasında bir nörolog olduğunu, kendini altmetinde bir zihin biyoloğu olarak gördüğünü, ve en idealinde zihnin biyo-fizyo-kimyo-psiko yapısını tanım ve yorumlamak niyetinde olduğunu anımsamamız gerekir. yani son kertede psikanaliz bir "açıklayıcı" ilim olmak iddiası ile yola çıkmıştır.
aynı zamanda psikanaliz özünde, anglosakson geleneğin aksine, pörsümüş aydınlanma ideallerinin de etkisiyle, insanı insan yapan dürtüleri açıklama, tanımlama, yorulama arzusundadır, yani psikanaliz -aslında- terapi sırasında terapistin karşısında oturan ve ruhsal sorununa çözüm arayan sözgelimi ahmet ağa ile değil, kavram olan insanla, psişeyle ilgilenir ve işte bu ahmet ağadan ziyade psişe kavramıyla ilgilenme sorunu psikanalizin bu yazıda bahsedeceğim başlıca sorununu doğuran unsurdur -ki bu psikanalitik teori ve pratik arasındaki bitimsiz yarığın açılmaya başladığı noktadır.
freud'un birincil metinlerine baktığımızda, libidinal serbest bırakışın şiddetle olumlandığını görürüz. süperego neredeyse bir engel, aşılması gereken saçma kurallar bütünüdür ve aydınlanma, özgürleşme ancak bu kurallardan azad olma ile mümkündür. fakat sonraki metinlerde yavaş yavaş süperego'nun ego'nun bir düzenleyicisi olarak sunulmaya başlandığını fark ederiz. çelişik duygulanımlar içerisindeki ego, süperego'nun dayatısını "sosyal varlık" olabilmek için "kullanır". en nihayetinde şu motto ile karşılaşırız: uygarlık kısıtlamalardan doğar, uygar bir gelişim için süblimleşme (formundaki kısıtlanma) gerekli ve nihaidir! dolayısıyla her insan nevrotiktir, ama bazıları daha çok nevrotiktir! bunu söylediği anda psikanaliz kendini yalanlamış, olumsuzlamış olmuyor mu? bu sorunun soru şeklindeki cevabı psikanalitik pratik'te kendini açık eder.
terapistin karşısında süpergonun baskın şekilde işlediği bir nevrotik hayal edelim öncelikle. bu kişi hayatını olmak istediği gibi, yapmak istediği kadar yaşayamamaktan şikayetçidir. id neredeyse görünmez haldedir, libido neredeyse tamamen süblimleşmiş haldedir,, ama bir şeyler eksiktir (ya da fazla). bu noktada terapistin yapacağı şey id'e yüklenmek olacaktır, süperego'yu "normal" konuma getirmek için uğraşacaktır. amiyane tabirle analizana hindistana yolculuk yapmasını önerecektir- ki bu geziyi yapacak olan ego'nun ta kendisidir.
diğer taraftan sonraki analizanın psikotik özellikler taşıdığını hayal edelim. bu kişi dünyanın ona uyum sağlamamasından şikayetçidir. süperego yoktur, neredeyse hiçtir, libido kendini haz boyutunda açığa vurmaktadır,, ama birşeyler fazladır (ya da eksik). bu noktada terapistin yapacağı şey süperego'ya yüklenmek olacaktır, id'i "normal" baskınlığa çekmek için uğraşacaktır. amiyane tabirle analizana sokaklarda çıplak gezmemesini önerecektir -ki bu geziyi yapmayacak olan egonun ta kendisidir.
her iki durumda da analist, analizanın bilinçdışına yoğunlaşacak ve bu materyali bilince getirmeye çalışacaktır. analistin nihai hedefi ego'yu değiştirmek, ego-psikologlarının savunduğu üzere, egoyu güçlendirmektir. ya da şöyle söyleyelim, analistin görevi bilinçdışını boşaltmak, böylece psişesi olmayan bir özne yaratmaktır. ya da yine şöyle söyleyelim analistin görevi analiz pratiğinin kendisini olumsuzlamaktır.
bu bağlamda diyebiliriz ki psikanaliz özünde kendini bireyde öldürmeyi amaçlayan bir eylemdir. yani bir uygarlık eleştirisi olarak ortaya çıkan psikanaliz, "iyileştirme" hülyasında kapılarak kendini olumsuzlamakta ve ölümünü hazırlamaktadır. Freud'un psikanalizi "imkansız bir meslek" olarak tanımlamasının özünde yatan neden de kanımca budur.
2 comments:
What language are you writing in. I would like to translate in google?
It is in Turkish,, I do want Google could translate it :(
Post a Comment