çabalıyoruz. her geçen biraz daha yitmek için. her geçen gün biraz daha yiterek simgesel bir kendilik kurabilmek için. laing bunu sıklıkla yapan ve winnicot'un false self dediği sahte kendiliklerini fazlasıyla geliştirmiş insanların rüyalarına dair çöllerden, natürmortlardan, teletubbies ovalarından ve hatta veritaslardan bahseder. kıbrısın 74 harekatında yerle bir olmuş bir zamanların cenneti olan otel şehrine gittiğimde laing'in bahsettiği yerlerden birini görmüş gibi olmuştum. orada zaman durmuş gibiydi. otel yanmıştı, ağaçlar kurumuştu ve fakat deniz de neredeyse donmuş gibiydi. dalgaları dahi göremezdiniz. kendimi o anda başkasının rüyasına yürüyor gibi hissetmiştim. hani bazen filmlerde photosohop ile bir manzaraya yapıştırılan hareketli kahramanımız nerede olduğunu şaşırır, oops der tercihan, neredeyim ben? ona benzer bir duyguydu hissettiğim. benzer bir duyguyu reader'ın bir sahnesinde sanıyorum ki winslet yok hayır erkek olan toplama kampının içinde dolaşırken, sadece ayaklarının göründüğü sahne işte, hissetmiştim. evet her zaman sulu gözlüyümdür film izlerken, kahramanın en ufak bir hayal kırıklığına sel olur gözyaşlarım fakat schindler's list'te döktüğüm kadar dözyaşı dökmedim hayatımda. hala kanım donar kareleri anımsadıkça. ona benzer bir şey. bazen ben de kendimi başkasının rüyasına yapıştırılmış gibi hissediyorum, özellikle rüyamda deniz görmediğimde. tıpkı denizin olmadığı bir şehirde kendimi nefes alamıyor hissetmem gibi, o rüyalarda da nefes alamadığımı hissediyorum. bir an önce kaçma isteği duyuyor çoğunlukla ellerim uyuşmuş ve terlemiş olarak uyanıyorum. kabus mu gördüklerim. görünürde hayır. fakat o sahneyi, başkasının rüyasını düşündükçe ürpermekten kendimi alamıyorum. lacan rüyalara dair pek konuşmaz, konuşmak istemez demek belki de onu biraz da ifşa ederek de olsa, daha doğru olur. kuşkusuz freud'un rüyaları lacan'ınkilerden epeyce farklıydı. her ne olursa olsun freud imgesel bir adamdı, simgesel edinilere ihtiyaç duymayacak denli simgeseldi belki de. fakat lacan için durum çok farklı.
herneyse.
No comments:
Post a Comment