Tuesday, July 28, 2009

günbeti

tam da gördüğüm uyanık rüyanın üzerine bunları yazmam ne kadar manidardır, tartışmak istemiyorum..

değişiyorum. zaman zaman hamile olduğumu düşünüyorum. içimde onlarca çocuk gözü hissediyorum. böyle mi olmalıyım, böyle mi olunmalı. hayır asla ve asla tanıştığım onlarcası gibi birisi olmayacağım. asla ve asla. gözümdeki ışık sönmeyecek asla. geçen gün a ile aramızda hafif limoni havanın estiği bir sırada müdavimlerimizden biri "bugün gülmüyorsunuz? bir sorun mu var yoksa?" diye sordu kocaman açarak gözlerini. kendimi toparlayıp cevap vermem arasındaki birkaç saniyede ne denli ince bir bıçak sırtında yürüdüğümü farkettim.

o kadar inceler ki, o kadar kırılgan.. bugün benim için epey yoğun bir gündü, trajedi demekte hiç zorlanmayacağım bir yaşamak haliydi dinlediğim. uzanıp sarılmak istedim masanın diğer tarafına,, doluyor gözleri, kaçırıyor, aslında diyor aslında hiç de önemsemedim, aslında diyor ben sadece kendimi düşünürüm, aslında.. tolstoyun sözü geliyor aklıma o an, "insanlara iyi gelmenin yegane yolu, onları anlamamaktır."

yine onu anlamayacağım bir seans üzerine sözleşiyoruz. anlarsam, anlayışlanırsam biliyorum ki tamamen aynı şeyi yapardım onunla. ama ne yazık ki anlamıyorum. ve Kırmızı'da yargıcın söylediği gibi ne yazık ki onun yerinde değilim. anlamamak zorundayım. simgeselde durmak zorundayım. onu kendime çekmek zorundayım. onu bana kendini anlatmak zorunda kılmalıyım. anlayacağımı ummansını, anladığımı sezmesini ama anlamadığımı düşünmesini sağlamak zorundayım. böyle olmak zorundayım. masanın bu tarafında durmak ve ona, onu anlamayarak hayatın bir izdüşümünü sunmak durumundayım. hayattan daha adil, hayattan daha samimi; hayat kadar acımasız ve hayat kadar adi.

**Resim Hopper'a ait..

*

No comments: