hımmm.. gidemedim sevgili günlük.. ben yazmadan duramam ki.. elim kadar netbukumda yazmayacağım da nerede yazacağım hem değil mi, klavyesine de alışmaya başladım üstelik. tek sorunu pembe olması. pembeden tiksinmişimdir oldum olası. yapmacık bir elma yanaklılık ifadesi gibi gelir bana pembe. neyse ilk gönderimde de kusmayı başardım. ehömm burcum akrep yükselenim yay. ayrıca terazinin son gününde doğan bir akrep. berbat karmaşım. neyse ki yazmak gibi bir edimi keşfettirdi bana sevgili nesibe hanımcığım. yoksa rehberlikçimin söylediği gibi ne üdüğü belirsiz bir yaratık olurdum, ki belki de düpedüz o yaratığın kendisiyim de yazmakla yontuyorum yaratıklığı. neyse. intihar eğilimi olan insanlara yazmaları öğütlenir. intiharı yazdıkça intihar edemez insan. sürekli bir erteleme eğilimi zamanla iyi erteleme çabasına dönüşür. iyi erteleme çabası da iyi yazmaya dönüşür zamanla.
betimleme konusunda başarısız yazarlar vardır. ben onları sevmem. sevmediğim insana da istediğini vermem, ona yazar demem. betimleyemeyen bir yazar bence yazar değildir. fakat bana muhteşem bir atı tariflemek için atı kıl kököne kadar betimleyen yazarları daha çok sevmem. bunlar okuru küçümser, sadece kendileri için yazarlar. bence onlar kitap değil blog yazarı olmalodorlar. boşuna okurla "ilişkiye" geçmemelidirler. bir yazarın okurun hayal gücüne yer bırakması, okurun hayal gücünden çekinmesi gerekir. betimlemek istediğini okurun yeniden yaratmama izin verecek şekilde ona aktarmalıdır. ancak böyle bir kitabın okunması anlamlıdır.
aynı durum insanlar için de geçerlidir. bir insanın başka birinin hayatında olmasının bir anlamı olmalıdır. bu anlam onun diğerinin hayatına "çökmesi" ile anlamlanması demek değildir. bir insan başka bir dünyayı, başka bir evreni, başka bir hayatı, başka bir değeri düşünmenize olanak tanıyorsa, size, siz olarak var olmanıza olanak tanıyorsa anlamlıdır. sizi tüketen, hayatınızın üzerine (sırtınıza, midenize) kara bulut gibi çöken, beyninizi kemiren bir insanın hayatınızda var olması bir nevi sizin kendinize zarar verme ediminizin tezahürüdür. bu insanların hayatınızda olması bir nevi anoreksik bir tutumdur, karşı-narsisizmdir, mazohizmdir, en nihayetinde sapkınlıktan bir sapma halidir.
ben anoreksikleri de, narsisistleri de, mazohistleri de sevmem. sapkınları severim ama sapkınlıktan sapanları sevmem. postmodernizmi sevmem. pisuvarı erkek tuvaletinin kapısından görmeyi severim, sergidew değil. neyse işte bu sapkınlıkltan sapanlar herbiri hayat okyanusunda hep birilerine tutunaraki ters tutunarak, tutunmadıklarını düşünerek tutunarak yüzmektedirler. asalktırlar. iğrençtirler. bence onları tedavi etmenin yegane bir yöntemi vardır: kıyıdan kilometrelerce uzak bir okyanusa salıverilmeleri ve ölmek pahasına yüzmeyi öğrenmeleri. öğrenemezlerse de mümkünse boğulmaları. bir sürü insanın "onlardan" boğulmasındansa, onların "hayattan" boğulmaları tercih edilmelidir.
hepimizin kimi yanılgıları var. tanınmadan var olamayacağımızı biliyoruz, sezgisel olarak en ilkel düzlemde bile. eyvallah. fakat insanlığın yegane virüsüne teslim oluyoruz: nicelik tutkusu. çok insan çok tanınma demek değildir. ve hatta çok insan az var olmak demektir. her tanı(n)dığımız insanda azalırız oysa. ortak bir zemin bulmak adına kendimizden uzaklaşırız. bitişik aynalarda kendinize baktığınızı düşünün. her aynada başka bir siz varsınız. her aynada başka bir sahtelik. bullshit. hal böyleyken kendimizi nicelik tutkusundan arındırmamız gerekir. çok az demektir ve hatta hiç. hiç arzusuna dur demek ve hepe yontmak gerekir. foucaultcu care-of-the-self. neydi eski yunancası bak unuttum. güzel olurdu hatırlasaydım. neyse. ne dediğimiz de unuttum şimdi hadi kaçtım sevgili günlük. geri döneceğim belliydi değil mi evet evet evet. hiç gitmemiştim ki bile. ama ben ciddi bir blog yazarı olamayacağım kusura bakma kendim. hadi çawçaw
No comments:
Post a Comment